"Kalpten Kalbe Yol Vardır (Fi'l Kalbi Mine'l Kalbi İle'l Kalbi Sebila) "
Esselamu Aleyküm...
Buralara uğramayalı bayağı zaman oluyor. Sınavlardı iş güçtü derken bayağıdır niyetlendiğim meseleler hakkında yazı yayınlayamadım. Lakin inşALLAH 8 aylık araya değecek oldukça zarif, oldukça nayif bir konudan bahsedeceğim sizlere bu akşam.
Başlıktan az çok anlaşıldığı gibi gönle dair bir meseleden bahsedeceğim inşaALLAH.
Fethi Gemuhluoğlu der ki ''İnsan gönülden ibarettir.'' Muhammed Saki El Hüseyni ise der ki ''En büyük fetihler gönül fetihleridir.'' Tabi konu gönül olunca Derviş Yunus'a kulak vermeden geçmek olmaz. Derviş Yunus gönül denen mefhumun kıymetine dikkat çekecek o kadar güzel dizeler miras bırakmış ki...
''Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil.
Bir gönlü yaptın ise
Er eteği tuttun ise
Bir kez hayır ettin ise
Binde bir ise az değil.''
Konu gönül olunca Türk-İslam medeniyetinin çocuklarının anlatacağı konuşacağı eserler de gönül erleri de bitmez. Bu anlamda da yine çok zengin bir kültürün çocuklarıyız ama gel gelelim yaşadığımız devrin akışına kapılınca böylesi zenginlik içinde bile yoksulluk çekiyoruz. Bu da bizim ayıbımız olarak kenarda dursun da biz yine konumuza dönelim.
Gönül... Kalpten farklı olarak esasen insanın iç dünyasını anlatmak için kullanırız bu sözcüğü. Yani o kan pompalayan hayati organdan değil ruhu, şuuru, insanın insanî mertebelerini yükselten, incinen, kuvvetlenen, ahlakın, merhametin, aşkın vukû bulduğu o manevi mekandan hülasa insanın özünden bahsediyoruz gönül derken. Kırılması halinde Cenabı Hakkın katında Kabe-i Muazzama'nın yıkılmasından bile fazla şiddet uyandıracak kadar Rabbimizin kıymet verdiği o muazzam mekan olan gönülden bahsediyorum.Başlıkta Arapça bir özlü söze yer vermiştim: Fi'l kalbi mine'l kalbi ile'l kalbi sebila, Nedir bu sözün hikmeti ?
Arapların bu sözü bizim türkülerimizde eserlerimizde ne arıyor? Aslında biz Ortadoğu kültürünün parçası milletlerin İslam gibi bir ortak paydası olması sebebiyle çok ince noktalarda birleşmişliklerimiz var. Bu mesele de onlardan biri. Misal Türkçesi kalpten kalbe yol vardır olan bu Arapça veciz söylem bizim kültürümüzün yakın tarihinde Merhum Neşet Ertaş türküsünde karşımıza çıkıyor. Hangi türkü olduğunu tahmin etmişsinizdir ama belki de birçoğumuz birazdan anlatacağım açıdan bakıpta dinlememişizdir hiç. Malum türkünün sözlerini hemen paylaşalım:
''Senin galbin benim galbim
Sana malumdur benim halim
Kaçma benden nazlı gülüm
Sen benimsin ben seninim
Kalpten kalbe bir yol vardır
Gözünen görünmez sırdır
İkimizin kalbi birdir
Sen benimsin ben seninim
Galbimi galbinde duyan
Halim değil midir ayan
Garibi bu hala koyan
Sen benimsin ben seninim''
Muazzam! Muazzam! Tek kelimeyle muazzam arkadaşlar. Her okuduğumda her dinlediğimde sözlerin sırrına ilk kez vâkıf oluyor gibi hayranlık duyuyor ve keyiften mest oluyorum. Bir mesele bu kadar kısa ve bu kadar derin ancak böyle ifade edilebilir. Hakikaten rahmet olsun üstada.
Artık ne demek istediğime gelirsem...
Bir insan bir insandan nasıl haberdar olur? Telefon ederek? Mektup yazarak? Mesaj atarak? Ya da sosyal medya hesaplarını takip ederek? Ben size ateş yakarak haberleşmekten tutun güvercinle mesaj göndermeye kadar her iletişim çeşidinden daha kadim ama daha özel ve güncel bir yoldan bahsediyorum. Gerçekten sevdiğiniz birinin halinin size malum olmasından bahsediyorum ki bunu gerçek anlamda birileriyle gönül bağı kurmadan anlamak pek mümkün olmasa gerek.
Hakikat şu ki gönlünüzü gerçekten birine bağladığınızda o gönül sizinle bağlandığınız insanlar arasında bir iletişim aracı oluyor. Tabi gönlünüzü bağladığınıza aklınızı da bağlamış oluyorsunuz. İkisi birlikte bir kimseye odaklandığında o insanın ruh halini hissedebilmek bir yana zihninizde ve gönlünüzde oluşan ve kolayca önlenemeyen aşırı yoğunluğun sebebinin de gönlünüzü bağladığınız kimsenin sizi düşünüyor olması olduğundan hiç şüphe etmeyin. Şimdi tamamen hislere dayalı bir betimleme yapıyorum ve daha da detay verebilirim ama bu tip şeyler yaşanmadan anlaşılabilecek şeyler değil.
Bu konuda birkaç örnek vermek isterim.
Tasavvufla ilgilenenler bilirler. Tasavvufta ''râbıta'' dediğimiz bir metod vardır. Râbıta kelime anlamı olarak ''bağlanmak'' demek. Tasavvuf yoluna girerek bir ALLAH dostuna gönül bağlayan müridler yani o evliyanın irşadına talip olan kimseler özellikle tenha vakitlerde aklını ve gönlünü dünyadan arındırarak, düşüncelerine dahi mukayyet olmaya azmederek o tabi olduğu mübarek zatı ve ondan alacağı feyzi düşünür. Zarafet o dur ki bu düşünce halinde bile adeta bire bir mürşidinin huzurundaymış gibi edebini takınır. (Sevgiliyi düşünmek bile edep gerektirir. Bu da bizlere ders olsun.) Böylelikle o mürşid kendisine râbıta yapan müridinden haberdar olur ve elbetteki mürid de mürşidinin feyzinden nasiplenir. Tüm bu hikmetlere gönül ile ulaşılıyor işte. Gönlünü ve aklını birbirine bağlayan iki muhibbiye Neşet Ertaş'ın deyimiyle birbirlerinin halleri ayân olur.
Bu muazzam yöntem yüzlerce yıldır tasavvuf ehlinin kullandığı bir yöntemdir ki ne bilimle ne benzer başka bir şeyle alakası vardır. Gönül hakikati, gönlü yaratan Rabbini tanımakla kişiye âşikâr oluyor.
Yine bir başka örnek Devlet-i Aliyye sultanlarından Sultan 3. Murad'ın beytidir.
O beyitte der ki;
''Elbette bu halimden o yarin haberi var
Fi'l kalbi mine'l kalbi ile'l kalbi sebila''
(Kalpten kalbe yol vardır)
Sultan Murad da bu hakikati tecrübe etmiş belli ki...
Bu meselede beşeri aşk- ilâhi aşk ayrımı yapamıyoruz. Zira her ikisi de kıymetlidir ve aynı mekanda hâsıl olurlar. Hatta kimilerine göre zaten beşeri aşk olmadan ilâhi aşka varılmıyor. Bu görüşe göre sırf Hakkın aşkına varmak için kula duyulan aşkın tezgahında bir silkelenmek gerek. Geçenler de bu hususta çok hoş bir beyit öğrenmiştim.
Şair Sabri diyor ki ;
''Aşkı ko dursun gönlünde mecâzi ise de
Şire-i engûr hum içre durarak bâde olur''
Yani aşk mecazî olsa bile bırak gönlünde dursun, üzüm suyu küpün içinde dura dura şarap haline gelir. Bu demek oluyor ki bir güzeli/delikanlıyı sev hiç değilse beşeri aşk zamanla ilâhi aşka dönüşür. Bu tartışmalı bir konudur ve bu hususa burada üç nokta koyup asıl konumuzla devam ediyorum.
Bir annenin evladına duyduğu da aşk değil midir? Evladının bir sıkıntısı olunca bunu hisseden annelerin de sırrı işte budur.
Her şey gönülde başlar, gönülde de son bulur. Ben buna kalpten inanır ve hayatımı kalbimde (gönlümde) oluşan hislere göre de yönlendiririm. Zira Peygamber efendimiz bile iyilik ve kötülüğü tanımlamak için bir hadisi şeriflerinde buyurmuşlar ki ; '' Kendine danış Ey Vabisa! İyilik gönlü huzura kavuşturan ve içe sinen şeydir. Kötülük ise insanlar sana fetva verseler bile gönlünü huzursuz eden ve içinde bir şüphe bırakan şeydir.''
İman meselelerinde dahi evvela gönül muhasebesi yapılır. Öyle ki kalpten duyulan pişmanlık, dil ile edilen tövbeden öncelikli ve dil ile ifade ettiklerimizden samimi, kıymetlidir. Gönül, dinimizde dahi böyle önemsenmiştir ve buna dair misaller arttırılabilir.
Batı bu anlattıklarımızı daha bilimsel bir yorumla bizlere telepati olarak aktarsa da biz tüm bunları çok daha eskilerden beri gönül yoluyla tecrübe etmenin ve edebiyatımızda türkülerimizde görmenin inceliğini düşünüp zevkine varmış olalım. Zaten onların yalnız kalan aklı bizim hakikatleri idrak etmekte müşterek olan aklımız ve gönlümüzün gerisinden gelmekte pek mahirdir😊
Hülâsa içinde bulunduğumuz devir gönlümüzün varlığını unutturan ve gönlümüzün sesini bastıran bir devir. Bu devre rağmen gönlünü tanıyanlardan, gönlünü duyanlardan ve gönlüyle iletişim kurabilenlerden olmak duası ile ALLAH'a emanet olun.
- Bunu da buraya bırakayım.
Harika olmuş biraz kısa olsada..
YanıtlaSilteşekkür ederim, şuurumuz uzununu yazmaya elverirse yazarız inşaALLAH :)
Silmükemmel bi yazı okudukça keyf aldım
YanıtlaSilAllah razı olsun gönlü doyuran bir yazı
YanıtlaSil