İstanbul'da Bulunan Ama İstanbul'dan Olmayan Bir Mekan: Pendik Kemal Tahir Kütüphanesi

İstanbul'da doğmuş büyümüş bir insan olarak bugün belkide çok önceden gitmem gereken bir yere gittim. Pendik'te bulunan Kemal Tahir Kütüphanesi... Bir mekan bu kadar huzurlu, bu kadar mütevazi olabilir. Böyle bir mekanın halkın hizmetine açılması, üstelik kütüphane olarak hizmet vermesi çok güzel bir tercih olmuş. Özellikle günümüzde böyle hoş mekanların özel sektöre peşkeş çekilip, restoran vs. haline getirildiği düşünüldüğünde Pendik Belediyesini tebrik etmek gerekiyor.

Kemal Tahir Kütüphanesi

Kütüphanenin üst katındaki nezih ve küçük odalardan biri



Bu fotoğraftaki oda bugün ders çalıştığım odaydı. Çok sakindi, odanın balkonlarından beton yığınları yerine bahçedeki ağaçları görüyor, ahşap, şık ve rahat masalarda çalışıyordum. Ben bayağı bayağı tutuldum bu kütüphaneye🌝Bundan sonra Kartal'da ki Muallim Cevdet Kütüphanesi yerine Pendik'te ki Kemal Tahir Kütüphanesini tercih edeceğim muhtemelen. Gerçi Muallim Cevdet Kütüphanesi zannediyorum Kartal'daki en iyi kütüphane. aynı zamanda deniz manzaralı 🌊 Yani hakkını yemiş gibi olmayayım.
Benim için en önemli meselelerden biride uzun vakitler geçirmeyi  planladığım bir mekanın yakınında mescit olup olmamasıydı. Çalıştığım odanın karşısında bayan ve erkek mescitleri yan yanaydı.
Mescid


Velhasılı kelam İstanbul'da ki yoğun tüketim ve lüks düşkünlüğünün mahsulü olan ve her geçen gün artan rezidansların, pahalı evlerin, sitelerin karşısında yok olan tevazuyu bu kütüphanede buldum bugün.
İstanbul gibi sanatın her türlüsüne konu olan, adına bunca şiirler, şarkılar yazılan, birçok edebiyatçıya ev sahipliği yapan bir şehrin kapitalizmin kurbanı olması, manadan bihaber insanların yaşayıp, İstanbul'un manasını binlerce liralık, seksen metre kare, belki içinde samimi ve dolu dolu bir hayat kurulmayacak evlere satmaları İstanbul adına korkunç bir gerileme gibi geliyor bana. Mutluluğu, huzuru son model arabalarda, telefonlarda, gösterişli mobilyalarla düzenlenmiş ama içinde yaşam olmayan o beton yığınlarında arayan ve bulduğunu zanneden ya da bu yaşantıya gücü yetmediği için mecburen mütevazi yaşayan ama bu gösterişe temayül eden kimselerden bu yazdıklarımı anlamasını beklemiyorum tabi. Bu insanlar sabahın köründe uyanıp anca gece vakti evlerine gelebildiklerinde, hayatı yalnızca para kazanmaktan ibaret gördükleri an ellerinde paradan başka hiçbir şey kalmadığında, yalnızca paranın mutlu etmeye yetmediğini gördüğünde, paranın mutluluk olmadığını,yalnızca "zenginin malında fakirin hakkı vardır" düsturunca ve hayırlı yerlere harcandığında, insanların mutluluğuna vesile olursa paranın bir mana ifade ettiğini er ya da geç anladıklarında, belki söylediklerimi, nasıl bu mütevazi mekanlarda ruh dinginliğini bulduğumu anlayabilirler.
İlme mekan ve sükuneti haiz olması hasebiyle de manevi açıdan kendimi huzurlu hissettiren bu mekanın verdiği hissiyatı bir kez de Nevşehir'de ki Atatürk Evini gördüğümde hissetmiştim. Atatürk'ün bir gece kaldığı bir evmiş. Muazzam bir tevazu ve zarafet vardı eşyalarında. Belki o dönemlere göre böyle değerlendirilmiyordu, bilemiyorum. Lakin günümüzde kimsenin kimseyi tanımadığı, komşuluğun öldürüldüğü kırk, elli dairelik bloklardan oluşan, lüks budalası sitelere kıyasla bende hayranlık uyandırmıştı.

Nevşehir Hacı Bektaş'ta Atatürk"ün bir gece kaldığı oda 
(Atatürk Evi Müzesi)

Her şey bir yana ALLAH aşkına mimarlık anlayışı "binanın sağını solunu yamultunca güzel bir estetik çıkar"dan ibaret bir yapının neyini seviyonuz 😃 Alın bakın ne şimdi bu aşağıdaki? Osmanlının bıraktığı muazzam eserlerden sonra bu yapılar bana hakaret gibi geliyor. ÇİRKİNLER. Bu evlerde oturabilmek için bütün gün çalışıyorsunuz sonra anca uyumaya gelebiliyorsunuz veya insanların emeklerini sömürüp, üç kuruş paraya çalıştırıp, kendiniz yatıyonuz. Her ihtimal birbirinden iğrenç. Bakıcılara emanet edilip, annesinden, babasından analık babalık görmeyip elden kayıp giden, en yakın arkadaşı cep telefonu veya tableti olan çocuklarında bu evlerde yetiştiğini hatırlatmak isterim. Üzülüyorum böyle çocuklara. Yoğun iş temposunda heba olan annelerinin elinden yemek bile yiyemeyen çocuklar olduğundan eminim.

İstanbul'da sıradan ve diğerleri gibi çirkin bir rezidans planı

(Gıcık oluyorum bu binalara. Göz zevkimi bozuyor. kim 100 yıl sonra ciddiye alır, kıymet verir ki bunlara?)
Son olarak beni birde farklı şehirlerdeki o küçük ve sıcacık evlerde yaşayanlar anlayamaz. Çünkü bu riyaya ve lüks düşkünlüğü hastalığına kapılmadıklarından belki de tam olarak neyden şikayet ettiğimi anlamıyorlardır. İnşALLAH hiç anlamazlar.

Bu mutfaklarda bulduğunuz lezzetleri, yardımcılarınızın lüks mutfaklarınızda yaptığı yemeklerde bulamayacaksınız..

Şöyle bir ortamda yapılacak bir sohbetin lezzetini de konforlu koltuk takımlarıyla döşenmiş riya kokan evlerimizde ki dedikodu dolu, büyüklerimizin nasihatlarının olmadığı konuşmalarımızda bulamayacağız. 

Kayıplarımız büyük. Bende şu devirde yaşayan bir insan olarak eskilerin bu güzelliklerinden mahrumum maalesef. Eskilerin güzelliklerini eşyalara yüklemek değil niyetim. Güzel insanlar, güzel yaşantılar bu evlerde yaşamış, yaşanmış. Eskiye meylimiz bundan ama şimdikilere olan mesafemiz eskiye olan meylimizden değil. Bizzat yeninin manasız, ruhsuz ve örfsüz oluşundan. Bize sunulanın bizden olmayışından.
Neyse ALLAH mutluluğu mobilyalarda, pahalı hayatlarda değil mütevazi, paylaşımcı ve samimi aile hayatında, insanlıkta bulanların sayısını arttırsın.
Aramıza duvarların ve çirkin mimarilerin girmediği hayatlarımız olsun inşALLAH.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Kalpten Kalbe Yol Vardır (Fi'l Kalbi Mine'l Kalbi İle'l Kalbi Sebila) "

"... Ve Cihan, Gönül Kadar Geniş Değildir."